8 Kasım 2013 Cuma

Yaşayan Efsaneler...

Dün gece, son maçı da kazanmamızla Avrupa'da 5 maç galip gelen ilk Türk takımı unvanını kaptık:)
birilerine kapak olsun:)

maçın son saatlerinde umudumu kesmiştim. zaten moralim bozuktu, bir de yenileceğimiz (!) bir maçı izlemek istemiyordum.

derken... goool!
yani yanıldığıma hiç bu kadar sevinmemiştim:)
sonra en sevdiğim oyunculardan biri sahneye çıktı.
veee...
al sana 2-0'lık bir skor:)

Aydın'dayım. ve evde ablamdan başka TrabzonSpor' lu yok. ama benim gibi fanatik bir kardeşi varken arkası sağlam:)
eniştemin ve diğerlerinin tuttuğu takıma gelince fener bahçe. 

yani o gece ev " Trabzonspor! " sesleriyle çınlıyordu. " fener " olarak da aynen cevabını alıyordu.
en azından son sözü ben söyledim.
ZAFER!!!

hala da sürüyor bu çığlıklar...

bir de şu var ki fenerlilere TrabzonSpor' umu savunmak çok hoşuma gitti ya...:)

26 Eylül 2013 Perşembe

bu ne kutsal bir döngü böyle:)

ilk izlediğimiz ve cümlemize izlettirdiğimiz bollywood filmi " 3 Aptal " . ve orda Piya karakteri var. Bakın şimdi.
Öncelikle söyleyeyim, söz konusu filmlerde ki karakterler hakkında fikir kırıntım bile yoktu. Aydınlandığımıza göre açıklamaya başlıyorum:)

uzun bir aradan sonra rastgele bir film seçtim. ve şaşkınlıkla gördüm ki bu bizim pek sevgili Piya'mızın filmiymiş. yardımcı kadın oyuncu içinde " çok güzeeel " diyordum. derken...
yine rastgele bir film seçtim. şey... aslında tam olarak doğru değil. sadece daha önce duyduğum filmdi. neyse, o film de yardımcı kadının filmi çıktı.
sonra film kalaballığından yine rastgele bir film çıkardım. o da Piya' nın filmiymiiş.

yahu ben Piya'yı ne kadar sevmişimde haberim yokmuş. belki de başröle odaklandığımdandır. eheheh...

bu arada beni şebeğe çeviren döngüye " kutsal döngü " adını verdim. e sonuçta beni harika müziklerle tanıştırdılar. bu arada nurtopu gibi bir  bollywood  manyağı doğdu, haberiniz olsun.
bir de beni Aamir Khan'dan sonra en sevdiiğim oyuncularla tanıştırdı. farkındayım, hızlı bir karar oldu ama sonuna kadar hak ettiklerinden şüpheniz olmasın:) bir yetenekli, bir yetenekliler ki sormayın gitsin. Aman ha nazar değer:)

Ha yetenek demişken bir de taş atmadan durama. Gül Yardım pabucun dama atıldı. eheheh...

12 Eylül 2013 Perşembe

sana çok şey borçluyuz Üstad...!

Beşiktaş'ı tuttum. hem de sıkıca ttuttum böyle kavradım. ama kartal ya içten içe gönülsüz ollduğunu hissetti. ve uçtu gitti:) yani bir hayvan bile ait olduğu yeri biliyorsa, ben n'apıyordum ya? ben de saygı duruşuyla uğurladım Kara Kartal'ı:)hala saygı duyuyorum, da bizi yenince çok çekilmez oluyorlar ya:)

ondan önce de Galatasaray'ı tuttum. çocukları bilirsiniz; kaybeden takımın taraftarı olmaktan, nefret ederler. en azından benim gibi mükemmeliyetle kafayı bozanlar...
Bu arada özüme dönüş yapmak istiyordum.utansam da itiraf etmeliyim; o zamanlar Trabzonspor'a bir gün bile tahammülüm yoktu.

derken... Trabzonspor'un başına, Şenol " güneş " doğdu... :) daha önce hiç bir teknik direktörün bulamadığı sağa sola uçmuş parçaları buldu ve yap-bozu tamaladı. adeta yeniden yarattı... önce Trabzonspor için bir uyum tablosu çizdi ve beni de ilgiyle maçı izleyen, fanatik taraftar olarak tribüne yerleştirdi. :)

beni özüme kimliğime döndürdü. tekrar " ben " oldum:..
adam çoktan gitti, ama beni silmedi ki!
kısacası; kurtulamıyorum:)
istemediğimdendir...

23 Ağustos 2013 Cuma

özgüven sorunu...

Çevrendekiler seninle ilgilenirken, senin de kendinle ilgilenmen gerektiğini unutmalarıyla bu sorunun temeli atılıyor. hatta sen bile unutuyorsun...
Sonra biri çıkıp da " artık daha iyisin, kendi işini kendin de görebilirsin. " diye sorumluluklarını hatırlatmaz. ilgilenmekten seni kendi haline bırakmazlar. sen de buna alışırsın. böylece bu sorun da alıp başını yürür. her işine mani olur. bir daha zor kazanırsın...

Her insan farklılık yaratmak ister ya... mesela iş yerinde bir bölümün başına koyulursun. ve haliyle o işler senin sorumluluğunda olur. sen yapmazsan kimse de yapmaz. çünkü herkesin başka işi vardır. kısaca, sen olmadan olmaz...

Bir şeyin sorumluluğu altına girince güçlü hissedersin kendini. "bu işi ben yapabilirim! " dersin. sana muhtaç olduklarında hem keyfin, hem özgüvenin yerine gelir.

İşte, bu sorunu aşmak için gerekenlerden bir tanesi, hatta işe yaraması garantili... Ben bu zevkten mahrumum. çünkü bu duyguları alamıyorum...

Aslında çoğu engellinin ortak sorunu... ne yazık ki, sadece bu değil...

14 Ağustos 2013 Çarşamba

"evim sensin"

adının "hatırlanacak bir gün" mü yoksa "hatırlanacak bir an" mı olduğuna bir türlü karar veremediğim bu muhteşem filmi ablamla izliyorduk. izlerken filmin Türk versiyonuna merak saldım. zaten sinemma da izlemeyi çok istemiştim. ama tabii ki yine hüsran'la sonuçlandı.

orjinali Kore filmi olduğundan ve oranın usulleriyle falan çekildiğinden Türk versiyonu daha sıcak geldi bana. hem bize de uymuş. Leyla'nın olmayan yatak odasının yerini çimenlere yatarak söylemesi,  İskender' in orasına burasına yazı yazıp söylememesi çok eğlenceliydi. bir de sonu süperdi...

bunlara rağmen orjinalin de verilen duyguyu alamadım ben. bence yönetmenin kendi yazdığı seneryolar daha duygulu olmuş.



12 Ağustos 2013 Pazartesi

buldun mu bunama...

anlamlı ve benim de dilimden düşürmediğim çok güzel bir söz vardır. "buldun mu, bunama!" diye...kendi açtığım kuyuya kendim düşeceğim ama durum buysa bunayacağım arkadaş!

kanal d işitme engelliler için bazı dizilerin yer aldığı bir site yaptı ya ha Allah razı olsun ama hala haksızlık oluyor biraz... mesela ben en azından bu konuda diğerleriyle eşit olacağız sanmıştım. işitme engelliler için hazırlanan bölüm tv'dakinden biraz geç veriliyor ya, olmuyor işte böyle... aynı anda verilsin.  hem Facebook'ta dizinin resmi sitesini de beğenemiyoruz. tüyo filan veriyorlar ya bizim için tadı kaçıyor.

bir de işittme engellilerle birlikte az görenleri de düşünsünler biraz da. alt yazılar çok küçük. ben bu bozuk gözlerle küçüçük yazıları okuyabilmek için bilgisayarın içine giriyorum. ve ablamın da "niye bu kadar uzakta oturuyorrsun? biraz daha gir içine" tarzı esprilerine maruz kalıyorum. :)

2 Ağustos 2013 Cuma

Gözümün Nuru...

Bu Ramazan başlangıcın da Namaza başladım. hem de 5 dakika öncesine kadar hiç fikrim yokken, kendimi seccadenin üstünde Yüce Allah'ın huzurunda buldum... uyumak için yatağıma yatmıştım ama 2 saatten aşağı amacıma ulaşamadım:) onu bırak da ağzımı kulaklarımdan indirebildiysem ne ala! namazla doğan huzur başka nerede var ki? bu konuda üzgünüm ama, tek yol; namaz :) başlayınca bırakmak elbet çok günah. ama benim böyle bir endişem yok. yerde aradığımı gökte bulmuş gibiyim... ( hani namaz yukarıdan gelen bir emir ya:) nasıl bırakabilirim? çok seviyorum. sevgiliyi bekleyen bir hasretli gibi bekliyorum... gelmediğini bilsem de "geldi mi, geldi mi?" diye aileme sormaktan kendimi alamıyorum. keşke her müslüman kılsa da, kendini bu huzur ve mutluluktan mahrum bırakmasa...

benim namaza başlayışım,  Gül Hanım sayesinde oldu:) borçluyum ona. nasıl ödeyeceğimi bilmesemm de borçluyum...

16 Mayıs 2013 Perşembe

huzur...

Bir Ramazan akşamı sahur yaptıktan sonra balkonda bakınıyordum öyle. Bir den kulağımda tattlı bir nağme çınlamaya başladı. Ezan! Uzun zamandır duyamıyordum. Sadece Atapark sefalarında camii ye yakın olup duyabiliyordum. Ama uzun zamandır çıkmamıştım. Haliyle Dünyada ki en sevdiğim sesi özlemiştim. Ve bunu aylar sonra tekrar duymanın mutluluğunu tahmin edemezsiniz. Hem de Ramazan gibi Mübarek bir gecede:)
Ve o kadar etkilendim ki, her akşam sahurdan sonra çıkıyordum. Şükürler olsun ki hepsinde de duyuyordum. Fakat bir çıkışımda duyamamıştım. Epey bir bekledim. Odaklandım.. Ama çıt yoktu. Çokan okunduğunu benim de geciktiğimi düşündüm. Ve hatırı sayılır bir derece üzüldüm de... Tam kalkarken huzurun sesini tekrar duydum:) işte böyle anlara bayılıyorum. umutsuz kalmışken ümidin gelmesine...
Bu arada daha iyi anladım, ben mübarek bir insan olmalıydım:)

işin daha güzel yanı ise, evimizin yakınlarında camii olmasa da uzun zamandır höporlör varmış.

1 numaralı zanlı:)

Ses yetenek mi  ararsın, yakışıklılık karızma mı? dur ben sana diyeyim. Hepsi tek bir insan da mevcut: Gökhan Tepe!
Kendi bile diyor, "hayatta ne dört dörtlük ki?" Sen bu deyimi kökten sarstın be adam!
Harika bir özelliği daha var. Engellilere de saygılı yavrum:) Yani tekerlekli sandalyede ki kızla bacağı kucağındayken poz vermesi, otizmli çocuklarla şarkı söylemesi... Al sana alamet! Daha vardır mutlaka. Çünkü onu özetleyecek tek kelime: "Adam!"
Bazen birine bağlanırken kalbimizin kırılmasından korkarız ya, maaşallah Gökhan Tepe bunu sadece şarkılarıyla başarıyor. Evet, bu kanuda acımasız olabilir. Şaka şaka maalesef her şarkı az çok yakar. Ama Gökhan Tepe işinin ehli. İlk çıktığı günlerden kapmış işi. Hani diyor ya, "oysa yerini bile unuttu." bunu söyledikten sonra yaptığın zalimlik değil midir Tepe? Var mıdır bir izahı?
Biz de unutmuştuk, sadece hissediyorduk. Ama sağda mı solda mı bilmiyorduk. Sen bizi acılarla kıvrandırırken uyardın. Biz "neresi acıyor?" diye aranırken elimiz yüreğimize rast gelmesin mi?!
Adam yüreğiyle konuşuyor. Bizim de gönül tellerimizden harika melodiler çıkarıyor. Bir de üstüne söz yazıyor ki, resmen deşifre oluyoruz.
Ben kendisini 4. albümü "Yürü Yüreğim" den sonra tanıdım. Geç de olsa tanıdığıma çok mutluyum. O gün bu gündür... bitmedi çılgınlığım.Taaa o zamandan başladı kapımı çalmaya.
Ne düşündüğünüzü duyuyorum. Aslında duymuyorum, işitme kaybım var. Eheheheh... Ama demelisiniz. "Ne bu sahiplenme?" Hayır canım, açıklaması gayet basit. Altı üstü "3 Kelime" Gökhan Tepe Çılgınlığı!

18 Nisan 2013 Perşembe

isyaaaan!

uzun zamandır düşünüyordum. engelli ailelerin beden dilini öğrendiği bir şey olsa keşke.benim gibi hayır demeyi bilmeyenler için. istemediği şeyler yapmak zorunda kalıyor. gülücüklerle kamufle ediyorlar. dilediğini yapmak herkesin hakkı değil mi? bazıları da çevresinde engelli olmadığı için karşılaşınca şaşırıyor ve nasıl davranacaklarını kestiremiyorlar. belki biri duyar sesimi de son verilebilir inşaAllah!

Hani örnek alırız diye korktuğunuz için izlememize izin vermediğiniz yabancı diziler var ya, e yardım edin de izlemeyelim! eski Türk filmlerini bırak, popüler filmlere bile alt  yazı yapmaktan acizsiniz. internette yabancı dizi siteleri gibi alt yazılı Türk dizilerinin de olduğu bir site olsa ve ya siz alt yazıları yapıp internete koyun biz diziyi ve ya filmi her neyse alt yazısıyla indirip izleyelim, diyorum ama o da yok. siz yapmayınca yabancı dizilerin, izlemeyi sevmediğimiz bir konusu da olsa sırf alt yazısı yüzünden çekici geliyor. Mesela biz Türk'üz ama sizin yüzünüzden yabancıların elinde büyüdük... dediğiniz gibi etki ediyorlar, farkında olmasak bile... televizyon da neden sadece bir kaç tane alt yazılı kanal var? oysa bir kaç tane değil, bir dünya işitme engelli var. bir dünya da bizi görmezden gelenler...

23 Mart 2013 Cumartesi

Şimdi reklamlaaar:D

Boş zamanlarınızda sizi oyalayacak, gözlerinizi sulandıracak içinizi gıcıklayacak bir kitap arıyorsanız Mine Sota hızır gibi yetişmiş. Allah razı olsun bu kadından ya.
Bizim için nice uykusuz geceler nice huzursuz sabahlar geçirmiş onca zorluğa rağmen yazmış. kafasında dökülecek saç kalmayıncaya kadar yazmış da yazmış. E o zaman bize en yakın kitapçıya gidip "bunu alıyorum!" demek düşer.
Bu çene düşürücü kıtapların tek dezevantajı ağzınızın kulaklarınıza kadar uzayabilecek olmasıdır.
Hadi alalım okuyalım. Okudukça kıkır kıkır gülelim. Güldükçe güzelleşelim. İyi okumalar.

17 Şubat 2013 Pazar

Anne-m:)

Haklarını ödeyemeyiz. Öyle önemlidir ki hayatımızda ki yerleri... Onlar bizim yaşamımızın tek nedeni.

Bizi besleyen, büyüten, giydiren... Daha neler neler!
Bizim en karanlık anımızda dünyamıza ışık tuttular. Ağlarken sımsıcak kanatlarının altına alıp avuttular.
Yaptkları herşey bizim için. Parlak bir gelecek geçirmemiz için...
Bize bir zarar gelir diye her an yürekleri ağızlarında yaşarlar.
Bazen biz ağlarken gülerler. Ama gülüşleri ne kadar büyükse, aslı da o kadar bir yalan işte:)
Onlar sadece yüreklerinden ağlarlar. Ve gözyaşlarımız kalplerine damlar.
Biz bir "ah!" çekeriz ya ama onlar bin "ah!" çeker.

"Cennet anaların ayakları altındadır." ne güzel belirtmiş annelerin önemini... Hadi bizde annemize iyi davranıp cenneti kapalım:)

13 Şubat 2013 Çarşamba

Bir yeni mesaj var!

Kaybetmemiş ve yapabiliyorken size bahşedilen nimetlerin değerini bilin ve her daim şükredin.Ne yavaş ne hızlı harekenlerinde belli bir düzen var. en ufak seslere kulak kabarttığınızda duyabiliryorsun. Hatta uzaktan misafir bile oluyorsun.  Rahatça yürüyor, engelsiz koşabiliyorsun.                                                
Bunlar varsa mala mülke gerek yok. Hayatını renklendir,İmkanlarını sınırlama. Herşeyi yapabilirsin istersen...

Unutma ki bazıları bu güzelliklerden yoksun kalıyor. Kimi doğuştan kimi sonradan.
Tedavisi olmayan hastalıklarda en zoru beklemez biliyor musun Garantisi var mı yok mu bilemezsin çünkü. Böyle olunca sabırla umut eder, hayal edersin. Acılarını sahte gülücüklerle sansürlersin. Bazen de yaşamak istediklerini ancak hayallerinde yaparsın.
( Bunu yazmak istemezdim ama her türlü ihtimal var. )

Sende bu sorunlar yoksa ne mutlu sana! Durmadan çalış. Neler yapabileceğine bak. Bizim sizden istediğimiz bunlar...

"Adı Yok" dergisine gönderdiğim şaheser:)


KENDİMCE
Adım Zuhal Yardım. 2 Aralık 1994’de Karadeniz’in incisi Trabzon’da doğdum.
Serebral Palsi hastasıyım. İşitme engelliyim. 

          Sekiz yaşımda girdim bu savaşa. Ve son sürat devam ediyorum. Kolay değil ömrünün en güzel yıllarında kaderin bu cilvesini sindirmek… 
Çocuk aklımla zırva şeyler hakkında kafa yorup uğraşacağıma, çocukluğuma özgü güzellikleri kısa kesip benden daha yaşlı birinin belki de hiç yaşamayacağı şeylerle mücadele ettim.
Okulu 6. sınıfta bırakmak zorunda kaldım.
Özellikle ilk günler ölmeyi gerçekten çok istedim. Yaşama sebebim kalmamıştı artık, hayallerimle tutabiliyordum yaşam ipinin ucunu.
“Hayatta çok acılar çektiğinden, cennette çok mutlu olacaksın.” tarzında her söz isteğimi körüklüyordu. Tek mutluluk kaynağım, cennet gibi hissediyordum.

İşitme kaybımı pek sorun etmiyorum. Yani, elbet üzülüyorum. Ne de olsa küçücük bir cihaz parçasına bağlıyım. 
Kulaklık olmadan, 20 puan alır benden. Önceleri 50’ydi de her gün küçük bir parçasını müzik eşliğinde uğurluyorum.
Beni en çok kızdıran ve utandıran şey: ya kulağımın dibine ya da bağırarak konuşmalar. Hem zerre kadar yardımı olmuyor, hem de sinirlerime müthiş etki ediyor!!!

Bazen halimden utandığım oluyor, diğer hastaları görünce… Engel olamıyorum ama en azından “en kötüsü” demiyorum.  Hem hiç hakkım da yok.
Rabbimden kök hücredeki o tohumun topraktan çıkıp ağaç olmasını, aksi takdirde kusursuz bir şifa vermesini istiyorum. Ellerimi, yüreğimi semaya her açtığımda…

Benim dünyamda güneşim altı yıl önce batmış. Ve tekrar doğup doğmayacağı tam bir muamma. O zamandan beri alacakaranlık. Değişen hiçbir şey yok. Gündemimde hep hastalık var yani. 
Ama ileri de bir ışık var. İşte o ışık benim ümitlerim...

Kitaplar benim ilk arkadaşlarım. Ondan öncekilere saygısızlık olmasın, onlar da benim dostumdu. Ama evde hapsolmuşken yanımda hep kitaplar vardı. İlk okuduğum kitap: Peygamber Efendimizin Hayatı. İşte bu benim gururumdur.
İlk ağladığım kitapsa hala çok sevdiğim bir yazar olan Gülten Dayıoğlu’ndan ‘Dört Kardeştiler’. Şimdi ise yerini Mehmet Yılmaz’ın ‘Bir Gün’ kitabı aldı. Olsun ilkler her zaman önemlidir.
İki kere üst üste Trabzon İl Halk Kütüphanesi’nde en çok kitap okuyan okuyucu seçildim, hediyeler aldım.  
Yaşamak bize O’ndan gelmiş en güzel hediye. Yokluğun pençesinde bize yaşam verdi. Bir hayvan hatta bir kaya parçası bile olabilirdik. Ama insan olduk, bize hayat lütfedildi. Benim gibi karamsar olsanız bile en iyi şekilde değerlendirmek gerek.
Ve istemeliyiz. Hiç üşenmeden istemeliyiz. Çünkü o bunu istiyor. Sayısı fark etmez O’nun için hepsi bir. İnşallah benim için de istersiniz. J
Biz onun en büyük eseriyiz. O yüzden kendimize iyi bakalım.
Hoşça kalın.

ilk blog yazım...

Merhaba:) Adım: Zuhal Yardım. Trabzon'luyum.
Bundan 18 yıl önce 2 Aralık tarihi günbatımında ( hehehe ) dünyaya teşriflerde bulunmuşum. Erdoğdu Camii yanı Sefa apartmanın 2. katında ise  ilk çığlığım duyulmuştur:)

Ben bir engelliyim. Serebral Palsi ve iştme kaybı mustaribiyim. Hareketlerim bazen kontrol dışına çıkabiliyor.
Bak dikkatinizi çekerim ki engelli "özürlü" değil.Sakın ola unutmayın ha! Bozuşuruz.

Duygularımı yazmayı seviyorum. Yazmazsam yük oluyor.Bence herkes denemeli, çok rahatlatıcı...
İşte bu yüzden blog açtım ve bugünden itibaren hizmetinizdeyim:)
Belli bir konu yok. Menzilde ne varsa hayırlısıyla bir şeyler karalıyorum:)

Bu yeteneğimi bana Allah'ın bir sebepten verdiğini düşünüyorum. Ve O sebep de 8 yaşında bir geçede hastanede geçen  konuşma bozukluğumum izleri diye düşünmeyi seviyorum:)
Resim yeteneğide isterdim belki de hiç gerçekleşmecek hayallerim için...

Şimdilik hoşçakalın, kendinize iyi bakın. Ve dört gözle yazılarımı bekleyin.
Ve Bismillah, süreç başlasın!

Tivibu Soslu Filmler 6

Faces In The Crowd, Wrecked, Other People's Children, The Mystery Of Henri Pick, The Vigil, Do Not Disturb, Little Buda