19 Kasım 2015 Perşembe

Bonus kafalı adam:)

Hepimizin hafızasında atılan gollere çılgınca sevinmesiyle yer etti. Galatasay'dan kiralik gelen ve asıl takımıyla yapacağımız maç için "Kanımın son damlasına kadar savaşacağım." gibi beylik sözler eden Trabzonspor'lu adam...
Eski hocamız ( Aslında eski sözcüğü kim olduğunu anlatmaya yetmez. Koskoca Şenol Güneş'i kovmuş bir yönetim bu, Shota nasıl dirensin? ) kamp uçağına gidiş ve ya dönüşte ona demişti ki, "Saçların yakışıyor mu böyle? " Bu konuda ben de hocanın taraftarıydım. Ama iyi ki kestirmemiş, yoksa nasıl tanırdım onu o kalabalıkta?

İşitme testi için hastaneye gitmiştik. Kötü bir günümdeydim. Asık suratla odadakileri süzerken Bir hasta dikkatimi çekti. Hasta bebek olduğundan annesinin kucağında tedavi ediliyordu. İlginç geldi, onları izlemeye başladım. Sonra karşılarında oturan bonus kafalı biri dikkatimi çekti:) İlk önce emin olamadım, iyice bakınca anladım.
Hastane de geçen kötü günlerimden birini güzelleştiren, Salih Dursun'du!

Babamla aramda geçen diyalog:

İçerde Trabzonspor'lu futbolcu gördüm.
Kimi?
Salih Dursun.
Çağırsaydın?
Ya baba adamın derdi var, çocuğunun kulaklarını baktırmaya gelmiş. Ben de çağırıp hoş-beş edeydim tabii.

1 yıl önce de hemen hemen aynısını yaşamıştım. Ablamın çok giydiğim için "kokuşmuş" lakabı taktığı, Trabzonspor bluzum sağ olsun:) Trabzonspor yönetiminden biriyle tanıştım.
Heyecandan  az mı titredim? Ablamlara hava atacağım diye mesaj yazmak istedim, ama kamerayı açıp durdum. 
2 saat(!) sonra havamı da, mesajımı da isabet ettirmiş, çay içiyordum:)








11 Kasım 2015 Çarşamba

Karizmam çizildi sizin yüzünüzden:)

Durup dururken, sebepsizce attığım kahkahalar yüzünden, adım "deli"ye çıkmış durum da zaten.
Hele son günlerde öyle bir şey oldu ki, adım çoktan "zırdeli"ye çıktı:)

Hani bazı insanlar vardır ya, hiç yoktan suratını 5 karış uzatan? İşte onları hiç anlamıyorum ben, ama reçetelerini biliyorum. Bir an da pozitif bir ruh haline bürünmeleri beklenemez tabii.
O zaman benim yöntemimi denesinler, açsınlar "Avrupa Avrupa"yı izlesinler.
Gör bak, ağızları kulaklarından iniyor mu? :)

Sadece o diziyi değil, televizyonda ki her bir haltı duyabilen onlar. Şaka bir yana, sevdiklerinin yanında olması bile yeter mutlu olmaya...
Bu rahmet denizinde, hala bir açık bulup üzülmeyi becerebiliyorsan, helal olsun diyorum.

Neyse, saptığımız konuya geri dönelim.

Yarısından daha azı çevrilmiş olduğundan, yari yolda başlamak istememiştim. Önceden beri izlemeyi çok istediğim bir diziydi, ben de sonunda merakıma yenik düştüm. Olmadı ve hiç şikayetim yok.
Her bölümde gülmekten karnım çatlıyor:)

Ben biraz (!) daha gülmeye gidiyorum. Siz de uslu uslu okuyun e mi?


7 Kasım 2015 Cumartesi

Oyuncu Harikası

Kolay mı cevval gibi bir adamın, genç bir kızı oynaması? Ya da yumuşak başlı birinin, bir an da sert bir adama dönüşmesi? Bazen de bebekleriyle oynayan küçük bir kız oluyor. Gün geliyor, intihar meyilli bir çocuğu oynuyor. Sonra orta yaşlı bir adam olup, mutluluktan kırıtabiliyor:)
Ve bunların hepsi aynı dizi de ve aynı oyuncuya sahip.

Yazmak için, izlediğim dizisi bitene kadar bekleyecektim.Ama ne mümkün...
Her bölümüyle beni şaşırtmayı başarıyor. "Karakterleri çözdüm, artık şaşırmayacağım" dediğim sıra da, hep daha iyisiyle karşıma çıkıyor.

Dizi de 7 ayrı kişiliğe sahip, hasta birini oynuyor. Ve bunu öyle doğal yapıyor ki... Sanki gerçekten 7 farklı kişiliğe sahipmiş gibi... Bu arada, Allah Korusun tabii ki.
İnsan hiç karakterine alışmaz mı? Bazı oyuncular bir karaktere girebilmek yıllarını veriyor, beyefendi yeteneğiyle bütün bu çabaların gereksiz olduğu ispatlıyor.
Tabii mola verip kendini karakterine hazırlıyordur. Ama hafta da bir verilen bir dizi de, çok zamanı olamaz.

Karakterlerin geçişini göstermek için, görsel efektler kullanılıyor. Bence hiç gerek yok, Adamın bakışları değişiyor resmen!

Bu arada Ji Sung'dan bahsediyorum. Ferry Park, Se Gi, Ya Na, Na Na...
Onlardan biri işte:)


29 Ekim 2015 Perşembe

Dikkat! Yasak yayın!

Tik-tak. Tak-tik. Masal vakti geldi de geçiyor.
Evet, şuracığımda toplaşın çocuklar. Bugün size ettiği eski bir lanetten bahsedeceğim.

Eski zamanların birinde bir cadı, sırf nefreti yüzünden sebepsiz bir lanet yapmış. Canı sıkılmış galiba garibanın... Sadece bir kaç kişiye yapmış, ama o bir kaç kişinin peşinden giden biz talihsiz kurbanlar da bu lanetten nasibini almış.

Ağlama evladım, korkacak bir şey yok...

"O bir kaç kişi", yazarlar. Talihsiz kurbanlar da, yazar adayları. Takdim ederim, yani ben...

Derdimizi de açıklıyorum, nam-ı diğer, laneti...
>>>Uyku!

Peki neden? Neden olacak canım? En aktif olduğumuz saatler geceleri de ondan. Yazarlar yaratır tamam mı abiciğim?

Çoğu yazar neden gözlüklü hiç merak etmedin mi? Gecenin kör karanlıklarında, bilgisayarın sanal ışıklarıyla savaşan onlar da o yüzden. Okuyoruz, yazıyoruz.

İlgili kişileri gıcık ettiğimi biliyorum, biliyorum çünkü ben de gıcık oldum.
Ama bu tehlikeyi göze alarak, bir kaç kelam daha etme niyetindeyim efendim.

Bir söz var,"Kendi kendine konuşan kişi yalnızdır, ama kendine cevap veriyorsa çıldırmıştır." Öyle bir şey işte.
Ben bunun yazarlara ithaf olduğunu düşünüyorum. Sonuçta karakterlerin ardında kendisiyle konuşup, kendine cevap veren biziz.

Son olarak bloğumun, ve beni gizlice takip edenlerin Cumhuriyet bayramını derinden, hem de çok derinden kutluyorum:)



5 Ekim 2015 Pazartesi

bi gülücük at ve devam et:)

Arabaya koyulan benzini düşün. Benzin kokusu keskindir. Ve iğrenç... Yani tek başına bir işe yaramaz. Hatta zararı bile olabilir. Nerene bulaştığını bilemezsin, bir kibrit çakarsın. Ve...
Oysa doğru yere koymasını bilirsen, arabayla tam gaz gidebilirsin. İstediğin yere...

Acılar da insan bedeni için böyle. Ne kadar mutlu olacağımızı çektiğimiz acılar belirler bana göre... Bırak en derin acılarına karşı en güçlü silahın, gülücüğün olsun:)
Hepsini biriktir ve gönderebildiğin kadar uzağa gönder.  Göreceksin, bir gün sana mutluluk olarak geri dönecekler:)

Mesela yürüyemeyen biri, bir gün içinizde en güzel yürüyen olabilir. Bu hayatta olmasa bile, Cennet Bahçelerinde gezip tozacak bir gün...
Değer biçilir mi böyle bir şeye?

Ya duyamayanlar?Bir gün kalp atışlarınızı bile duyabilirler. Yalan söylemenize karşı, yalan makinelerinden bile daha iyi iş çıkarabilirler.

Şimdi onları hafife alıyor olabilirsiniz. Ama korkmalısınız bence. İyileşmeleri için dua etmeli ve bir yandan korkmalısınız.
Nedenleri de saydım bak:)





4 Ekim 2015 Pazar

"Göktekin Abi"m:)

Adını bir türlü ezberimde tutamıyorken, sana böyle diyordum. Şimdi doğrusunu öğrendim, ama sen hep benim "Göktekin abi"m olacaksın:)
Ne güzel bir anı değil mi? Bir gün gün karşılıklı çay içip, gülsek ya...

Yırtık sayfalar, şifreler, kilitlemeler... Aldın başını gidiyorsun. Ne bu ilham?
Sen de normal bir yazar gibi sadece yazsana, niye feleğimizi şaşırtıyorsun? Hı?

İnternetten kitap alış-verişi yaptık. Gelmesini bilmem kaç gün beklediğim kitabı elime aldığımda bir de ne göreyim? Kitap kilitli!
Senin yüzünden ablamın şu esprisine maruz kaldım. "Senin kitabın kilitli, benim ki açık"

Hangi kitaptan bahsettiğimi anlamışsındır. Hani şu güya kendinle karşılaştığın ve bize yutturmaya çalıştığın kitap:)
Yazarından daha iyi kim bilebilir diye bir laf atacaktım ortaya, ama sağ olasın, biz de çok iyi biliyoruz. Okuyamadık (!) çünkü!

Neyse, okuyabildiklerimize göre yorum yapalım biz de.

Merak ettiğim bir şey var, bu adam ermiş mi acaba? Nasıl böyle dersler verebiliyor, en sıradan şeylerden bile harika dersler çıkarabiliyor? İlk defa bir kitaba değil de, bir yazara bu kadar hayran kaldım.
İlk önce, 61 gibi "kutsal" bir sayıyı günahkar bir adama kakaladığı için kızmıştım:) Ama sonunda öyle bir dönüş yaptı ki, açık ara farkla en sevdiğim hikaye oldu.

Karadeniz şivesini ilk defa başka bir yazardan okudum. Ve çok güldüm. Kim derdi, benim şu hatalarımı ört-bas etmek için ortaya attığım "Gülme krizi" lafım gerçek diye?
Meğer ıslık çalmak buralarda hakaret demekmiş. Okuduğum en Karadeniz'li yazarlardan bile öğrenemediğim şey, bana öğrettiğin için teşekkürler...

Aynı kitap da bahsi geçen, film yapma olayının gerçekleşmesini bekliyorum.
Yolun açık olsun. Devamını beklerim bak:)


9 Eylül 2015 Çarşamba

Kamusal hizmet; Table No 21

21 sayısının rastgele bir rakam olduğunu düşünüyorsunuz değil mi? belki öyle değil, ama ben ilk başta öyle düşünmüştüm.
Orada ki oyunun adıdır diye 21 olduğunu düşündüm.  Hatta bir serinin 21. filmi olduğuna dair salakça bir düşünceye bile kapıldım:)

Ama bunların hiç biri değildi. Adı üstünde, salakça yani:)
Senaristler bunun için fazla akıllılarmış.

Hem de ne akıl... Ayrıca duyarlı da davranmışlar.
Herkesin şikayet ettiği, ama kimsenin dile getiremediği sorunu söylemeyi bırak filmini yapmışlar.

Film "Saçma Sapan" bir oyunla başlıyor. "Saçma Sapan" diyorum, çünkü filmde ki karakterler de bunu sorguluyor. Basit sorulara büyük paralar verilmesini...
Sonunda onları cezbeden şey, tabii ki para.

Filmin sonuna geldiğimizde anlıyoruz, asıl konunun "Oyun" olmadığını...
İşte o zaman 21'in sırrı da açıklanıyor. "21. Maddeye göre kişisel haklar koruma altındadır. Aşağılamak şaka değil suçtur!"


Kurbaan

İsmi de spoller gibi ha:)
Yani Türkçe'de "Kurban" olarak okuyan "Ben"ler için...

Müslümanları terörist olarak göstermişler. Orada ki sözde Müslümanlar Allah'ın adaletinin bir gün tecelli edeceğine inanmıyorlar galiba...
Bir Müslüman öldürebilir mi? Dini araya girmeden, karşısındakinin gözlerinde ki yaşam ışığını rahatça söndürebilir mi? Bizi Müslüman yapan, diğerlerinden ayıran bu duygu zaten...

Tabii bu bir film. Ama yabancılar "Müslümanlar teröristtir." tarzı yorumlar yapınca kızma hakkımızı elimizden alıyor...
Bu tarz filmleri onlar da izlemiyor mu sanki? Hatta bununla da kalmıyor, onlar da yapıyorlar.

Senaristler bir sorsun kendine; Yetişkinleri bırak, küçücük masum çocukların aklını kirletmeye ne hakkımız var?

28 Ağustos 2015 Cuma

Akıllı şehir çıkmış duydun mu? :)

Bazen komedi, bazen macera, bazen korku, bazen de bilim-kurgu. (Her zaman:)
3. izleyişim olmasına rağmen, nasıl izlettiriyor kendini. Hala aynı heyecan... Hatta daha fazla...
Çünkü ilk izlediğimde öküzün trene baktığı gibi baktığımı hatırlıyorum.

Şehir dediğin böyle olacak işte, en zeki bilim adamları bile işin içinden çıkamayınca kendi kendinin kahramanı olacak. Hata koruması, salgın için karantina yapacak falan...

Giden hiç bir zaman tam olarak gitmiyor. Gerçi Atlantis'liler onca fantastik gücün yanında ölümsüzlüğü de çare bulsalar hiç şaşırmam, ama sadece ölmeyi beceremiyorlar:)
Anlamadığım şey, neden en sevdiğim karakterden başladınız be imansızlar?

Carson Beckett'mi? Yok deve... Ben uykuyu bile ondan esirgiyorum, siz kalkıp adamı öldürüyorsunuz.
Hayranları -Ben de aralarında mıydın acaba?- karakter diziden ayrılınca senaristlere protesto çekmişler. Ve kazanmışlar!!!
Tanımasam da benden başka "Ben" ler olduğunu bilmek bayağı bir güzel:)

Elizabeth Weir... Kadın adı üstünde çoğalıcı. Gitmiyor kardeşim gitmiyor!
Şikayetim yok tabii:)

Eğer Atlantis'i sevmenin bedeli buysa, sevdiklerini tekrar tekrar kaybetmekse ben yokum arkadaş!
Ablamın sözde teselllisi, "Üzülme zaten Atlantis diye bir yer de yok."
Daha çok üzüldüm...

Sg1'in devam dizisi ve benim de manyaklığımın sebebi...
Bakın bir örnekle izah edeyim.

- Atlantis çok güzel.
- Evet, ama ben Atlatis'te geçen bölümleri daha çok seviyorum. Burada sorunlar, sorunlar...
- Sorunlar çok güzel.
- Manyadın mı?

Ne, bir mi dedim? Dilim sürçmüştür.

- Atlantis'i seviyorum.
- Öyle bir yer yok, kabullen artık! Bilgisayardan yapılıyor dedik ya?
- Bilgisayarı seviyorum.

Tamam, bu kadar manyaklık yeter:)


27 Ağustos 2015 Perşembe

Yevadu

Bazı filmler vardır, ağzı açık bırakır. Ağlamamak içi nefesini tutarken, nefessiz bırakır. Ve yine ağlamamak için çok kırpıştırmaktan gözleri çıkarır.
Bu da aynen öyle bir film işte.

Bu zamana kadar izlemeyi ertelediğim için dövmedik diz bırakmadığım, ilk beşime girme başarısına erişmiş bir film olur kendisi.
İki hikayenin başarılı bir şekilde  harmanlaştığı, her sözünün kapak olduğu, abartılı aksiyon sahneleriyle dünyanın sekizinci harikası seçilmiştir:)

Aynı zaman da faydalı da. Duyabilenler için... Çünkü filmin başında ve yarısında tıp bilgileri verilmiş.
Çok beğendiğim için söylemiyorum -çok beğendim!- başka hiç bir film de bu duyarlılığı görmedim.

Bu arada Ram Charan, yeni favorimsin:)


29 Temmuz 2015 Çarşamba

Laz Aklı

Dün gece bir kitap "Asiye" diye bir kitap okudum.
Aslında çocuk kitabı, (İçimdeki çocuğa armağan olsun) ama en sevdiğim yazarlardan birine ait.

Kitabın ortalarına geldiğimde ne oldu bilmiyorum, ama galiba kalbim durdu. Yürüme engelime aldırmadan koşmaya çalıştım, ablama göstermek için...
O sayfada ne vardı biliyor musunuz? Anlı şanlı bir Trabzonspor amblemi!

Üstelik hepsi bu da değil. Yazar Karadeniz'liymiş. Tahminimce Trabzon. Çünkü karakter Sürmeneli'ydi.
Sevgimin katbekat arttığını itiraf etmeliyim:)

Sayın Halenur Gürbüz, en ıslak öpücüklerimle, bonus sevgi puanlarını da yolluyorum:)






"Dedikodu dedikodu kuru iftira..."

Duyamadığım için mutlu olduğum tek şeydir dedikodu. Aynı zamanda anlayamadığım...
Dedikodu yapıyorsun, tatmin oluyorsun. Peki ya sonra? Sonra yine yapmayacak mısın? Tekrardan alınarak sürecek gidecek... Ama bir düşünsene, sonra ne oluyor?
Benden duymuş olmayın da, defter kabarıyor be abi.

Dedikodu günah olmazdı belki, Rabbiyle kulu arasına girmesek... Yargılayacaksa Allah yapacak. Böyle yaparak Allah'a ortak koşmuş olmuyor muyuz sizce de?
Birini fiziksel görünüşü için yargılarken şunu hatırla; o alaya aldığın, ayıpladığın şeyi Allah yarattı. Allah'ın eseri, Allah'ın nimeti... Yine de devam edin bakalım, aynısından bizi de verilen o nimetler olmadan yaşayabilirmişiz gibi...

Her insan aynı değil sonuçta. Bir şeyi günah olduğunu bildiği halde yapıyor ve vazgeçemiyor olabilir. Bilirsiniz bir şey ne kadar günahsa, nedense bizim için de o kadar çekici oluyor.
Ve ya sen onu ayıplarken, o da senin için aynısını yapıyor olabilir. Sonra birbirinize günahlarınızı hediye edersiniz. Sevindirici tek taraf ise, herhangi bir artış olmamasıdır. Ama yeterince çabalarsanız o da olabilir.
Unutmayın, bir yarış bu! Hadi bakalım, kim daha çok günah yapacak?

Seminerimi büyük usta Mine Sota' nın harika özetiyle sonlandırıyorum.
"Hadi dedikodu yapmıyorum diyenler parmak kaldırsın. N'oldu, parmağınız mı yok?"


22 Haziran 2015 Pazartesi

... Senden Ayrılmayacağım!

Samsun'da buradakine benzer bir yol gördüğümde "Eve mi gidiyoruz?" diye sevindiğim memleketimden nasıl ayrılırım? Ne biçim bir kitap yazdın sen Hilmi Köksal Alişanoğlu? "Oy Trabzon Trabzon Senden ayrılacağım"mış. Ben bu memleket için bir kova gözyaşını boşuna mı döktüm?

Şaka yapıyorum tabii. Memleketimizi anlatıyor sonuçta tabii seveceğiz.
Tamam tamam, bir şaka daha yaptım. Küsme gel.

Öyle akıcı yazmışsın ki, sahneleri gözümüzde çok kolay canlandırabiliyoruz.
Film gibi...

Bir yanda muhacir Demir, bir yanda "memleketim" dediği Trabzon topraklarından ancak mübadeleyle ayrılan Rum Vasili.
Bir de onların" Sen olürsen ben yaşarım mı sanırsın? " dedikleri dostlukları...

Bu roman da dostluk var, sadakat var, aşk var.
Hem de en sahici türleri...

Yazar girişte diyor ki "Dünyanın belki en güler yüzlü, en komik, en şakacı, en hoşgörülü insanlarının yaşadığı bir coğrafyada dünyaya geldim. Bu bölge halkı başından geçenleri -sıkıntı ve acı dolu olsa bile- bazen abartarak çoğunlukla kendisiyle dalga geçerek öylesine gülünç bir hale getirerek anlatır ki, zamanla gülünç şeyler hep onları çağrıştırır oldu."

"Kendiyle dalga geçmek" demişken, savaşta bacağını kaybeden gencin bahanesini dinleyin.
- Süleyman oğlum, sen misin? Ne oldu bacağına?
- Biraz kısalttık onu.
- Zararı yok. Zaten uzun bacak yakışmıyordu sana.
Kaç kişi en derin acısından "Yarım adam kaldım" diye söz eder ki?

Film demişken, çekilseydi ilk beşime girerdi:)


14 Haziran 2015 Pazar

Kaliteli film yapmanın temel taşları

Eğer hayalet sana gülüyorsa "Kes sesini!" diye onu azarlayamazsın. Bırak ne hali varsa görsün. "Gözüm açık gideceğim"diye bir deyimin olduğu bu dünyada yaşadıktan sonra, bırak istediği kadar gülsün. Belki o da öyledir bilemezsin.

Ve yanında ki arkadaşın hayaletse ustaca gözlem yapmak yerine "Kesin sensindir" ve ya "Sen yukarıda ölmüştün" diye kendisine soramazsın. Bir delinin bile deliliği "Ben deli değilim" demesinden anlaşılır.
 E hayalet "Tamam sırada ki kurban benim" diye kendini ele mi versin? sinsice saklanırken kendisini sobeleyip kazığı yesin mi? Yerse...

Sanırım en önemlisi eğer hayaletsen ve arkadaşın seni ikinci kez öldürdüğünde "Yine öldüm" diyemezsin, niye tanıdık ruh izlenimi veriyorsun, deli misin?
Ne bileyim, bir hortla da korkut. Hayaletliğini bil lütfen.

Esaslı bir korku filmi çekmek istiyorsan bu kurallara uy, fıstık gibi bir filmin olsun.
Yoksa "on üçüncü cuma ayini" gibi rezil olursun...

"Ben bir yazar adayım, filmden anlamam" demek isterdim...
Ama bu düne kadar ki fikrimdi. Şimdi sağolasınız epey bir bilgi depoladım.
Bunlardan biri de "Sıcak kalpler"

"Zombi filmi çekeceğim, insanları korkutacağım" diyorsan erkek arkadaşın beynini yiyerek kız arkadaşa hislenme gibi olaylar olmasın lütfen. Yukarıdakine benzer nahoş diyaloglar da olmasın,
Yoksa bırakın korkmayı, kahkahalarla gülerler. Ayni benim gibi...

22 Mayıs 2015 Cuma

Kalemim soldu uğruna...

Hakkınızda kaçıncı yazı bu Sarah Jio Hanım?
Valla kasten yapmıyorum, her defasında beni etkilemeyi başaran sensin...

Yazarlığının yanısıra zekanla da... Yazmak sadece yetenek işi mi?
Etkileyici yazmak, önce ki kitapta kaybolan karakteri başka bir kitaba sokmak, olmayan süprizlerle okuyucuyu şaşırtmak, Türkiye'den Zuhal Yardım diye bir okuruna sayfa başı "yuuuh!" çektirmek (Çünkü bilirsin o zor kitap beğenir.) ve kitap sonunda ağzını kulaklarına kadar uuzatıp bir daha indirmemek...
Bunlar zeka değil de ne?

Şapkam olsaydı çıkartırdım:)



14 Mayıs 2015 Perşembe

Ufak atın da civcivler yesin tamam mı?

Aynı oyunculara farklı roller vermişler ve adına Housefull 2 demişler.
Ama bu "2" namını alması ilgisi olduğundan değil, aksine ilgisi olmadığından:)

Şaka şaka ilgisi var tabii.
O da ilki kadar hatta daha fazla karışık olması.

Aynı oyuncu farklı rollere gelince eğlenceliydi aslında.
Tam 5 saat (!) boyunca hayretten hayretlere düştüm mesela.

Ama en sevdiğim oyuncu yoktu.
Teessüf ederim...


11 Mayıs 2015 Pazartesi

Türk Cahiliye Devri

Bu sefer kadına şiddeti yazacağım. "Annemizi" yazacağım bugün.
Bizi dünyaya getireni, yeri geldi mi babalık yapan yegane kişiyi.

Önce bir kaç yüzyıl geriye gidelim.
Cahiliye döneminde kadınların adı bile yoktu. Onlar sadece "Köle"ydi. Üzerinden alışveriş yapılan bir maldı. Hatta yeni doğan bebek kız olmuşsa kundaktan ana kucağına değil. kara toprağa gidiyordu.

Sonra Peygamberimiz güneşiyle birlikte doğdu. Korku bulutlarını dağıttı.
Kendisine hayret edenlere "Allah sizin kalplerinizden merhameti çıkarmışsa ben ne yapabilirim?" diyerek, kız çocuklarını doyasıya öptü, omuzlarına oturttu ve Mekke sokaklarında öylece dolaştı.
Köleleri hür bırakmakla kalmadı, onları evlendirdi. Güzel bir hayat yaşamalarını istedi.
Sonra bir gün O gitti aramızdan, biz de cahiliye dönemine geri döndük.
Hatta daha beter olduk...

Belki bu konuda bir şey bilmiyorum, ama Peygamberimizin tutumunu biliyorum.. Son anlarında bu konu hakkında konuştuğunu da biliyorum. "Kadınlar size Allah'ın emanetidir" diye bizim unuttuğumuz o sözü söylediğini biliyorum.
Ve bu konuya öyle önem verdi ki, son nefesini böyle gereksiz (!) bir konuya harcamış. Gerisin de siz düşünün.

Hani sokaklara özellikle seçim zamanı "Yeni Türkiye" afişleri asılıyor ya, aslında eskiye döndük haberimiz yok.
Bir de o yeni Türkiye'de Özgecan Aslan ve daha niceleri ölüyor.
Doğal ölümler var zaten, bir de kasti olmasın...

Cinsiyetçilik yapanlara son sözüm: Sizi babanız mı doğurdu?



2 Mayıs 2015 Cumartesi

Dikkat! Yarın olmayabilir!

Mendilleri hazırla!" dedi, kardeşi esrarengiz bir havayla...
Ve ablası film bittiğinde "Böyle hikaye olur mu?!" diye kısa devre yaptı.
Yanındaki en az bir kutu mendil ıpıslaktı, hatta mendilleri bittiğinde, burnunu sümkürmek için kazağının yenini kullanmıştı.
Yenilgisi çok acı olmuştu...

Ee inandınız mı bakalım?
Ablamı birazcık bile tanıyan bilir, öyle bir iş için kazağını kirletmeyeceğini.
O gün kazak giyseydi neyse...

Tamam, fabrika ayarlarıma geri dönüyorum.
Bilmem kaç yıllık emeklerim meyve verdi sonunda.

"Zuhal ve Songül Yardımlar Film Koleksiyonuna" nurtopu gibi Bollywood filmi katıllldı.
Vatana millete hayırlı olsun.

Önce "Aamir Khan'dan başka film izlemem!" dedi.
Görmeliydiniz, SRK filmi açınca nasıl da tıpış tıpış izledi.

Ve filmin senaristi Karan Johar, seni bir elime geçirirsem...
Hakikaten, böyle hikaye olur mu ya!
Ama Bollywood filmlleri konusunda ablamın inadını kırdın ya, alnından öpüldün;)


27 Nisan 2015 Pazartesi

Cana geleceğine "mal"a gelsin:)

Gönüllerin şampiyonu sensin zaten, kupa falan hikaye.
Son dakikalara kadar mücadeleyi bırakmaman, hatta daha da bastırarak oynaman önemli bizim için.

Bir şey daha var, ağlamak size hiç yakışmadı...
Hep gülen yüzünüzü gördük biz, bu yeni imaja alışamadık. Tez elden düzeltin lütfen:)

Tamam şimdi itiraf zamanı, ben de ağladım. Hem de salya sümük...
Mutluluk değil de, gurur gözyaşlarıydı bunlar.

Yok bir de hüzün olacaktı. Nüfus cüzdanımda kocaman harflerle Trabzon yazmıyor mu? Bir sporu eksik kimin umrunda?
Yani neymiş, Trabzonspor benim kimliğimmiş. Dünyalara değiştiremeyeceğim 7 harf,,,

Anladın mı Trabzon bey, bize borçlusun:)



24 Nisan 2015 Cuma

Mutluluğun dibini sıyırdım:)

Trabzonspor'un çeyrek final maçını (hani şu yendiğimiz) ablama final maçı olarak izah etmiştim.
Yanlışımı düzelttikten bir süre sonra, gerçekten finale çıkmamızın verdiği mutluluk anlatılmaz...

Ve gittikçe artıyor...
Trabzonspor'un kıyağı işte:)

Energia'nın hakkını yemeyelim, sayelerinde iyi bir pratik yaptık.
Kötü takım demiyorum, bir kaç beden üstün geldik o kadar...

Bu işlem de tamam, sıradaki gelsin!

19 Nisan 2015 Pazar

Güya stoper:)

Ne çabuk unuttuk, dünya yıldızları forvetlerimizin bir halt beceremediği maçlarda yüzümüzü güldüreni?
Bir sakatlık yaşadı diye hemen "Gönderilecekler Listesine" koyduk.

Bu sezon ilk golümüzü o attı belki.
Ama şu kesin, Avrupa'da 100. golümüzü o attı.

Kulüp olarak yanlışlarımızdan biri de bu ya, sabırsızız.
Yargıladığımı sanmayın sakın, insan yandaşlarını yargılamaz:)

Ama en azından onun için sayıp döktüğümüz paraların hakkını vermeli diye düşünüyorum.
Zaten kendisi de diyor, "Hizmet etmeye devam etmek istiyorum." diye.

Eskiden Carl Medjani ile patlama yapıyorlar ya?
Belki devam etmek için Essaid Belkalem'in dönmesini bekliyordur, ne biliyoruz?

"Dönüşüm muhteşem olacak." diyen Onur Kıvrak'a da bir çift lafım var.
Sen sadece gel, muhteşem olur zaten kaptan:)


20.14.2015: Bu arada Carl Medjani'nin gollerindenn bahsettiğim gün gol atmasını işaret olarak gördüm ben.
26.04.2015: Haklıymışım, hala devam ediyor:)

11 Nisan 2015 Cumartesi

kalp- beyin çelişkisi

" Önemli bir karar verirken aklını kullanma, çünkü beynimizle her ihtimali düşünebiliriz. Oysa kalp öyle değil, gerçek duygular oradadır ve doğru olduğunu bildiği tek şeye yoğunlaşır. Doğru yolu bulmak istiyorsan beyninle değil, kalbinle düşünmen gerekiyor...
... Der çok sevdiğim bir yazar.

Nasıl benzetebilmiş miyim?
Kızmayın ya, sadece masum bir şakacık:)



8 Nisan 2015 Çarşamba

Şans yok şans...


Her zaman diyorumi komedi-dram karışımını en iyi Bollywood yapar.
Aslında... Bu kesin yargımın diğer sinemaları bilmememle bir ilgisi olabilir:)

El attığımız her konuda şanssızlık yaşamamız, eninde sonunda bizi isyana sürükler değil mi?
Dramatik bir konu yani. İsteyen film sadece bu konuyla bile seyirciyi salya sümük ağlatmayı başarır.

Ama senarisler bunu istemiyor ki!
Hatta bırakın ağlamayı kolaylıkla gülmekten ölebilirsiniz.  Olsa olsa gülmekten gözlerinizden yaş gelir, o kadar:)

- Merhumu en son ne zaman gördünüz? - Housefull izlerken.
Belki mümkün değil, ama biz yine de  dikkat edelim. Hani olur ya...

Dur bir dakika... Ben demin bu adama şanssız mı dedim? Bu adama mı?
Adam Deepika'yla tanıştı be!

Asıl şanssız biziz biz!



31 Mart 2015 Salı

1 Güzel Adam...

İpod'umdaki şarkıların yüzde ellisini karşılayan çok özel bir abimizden bahsedeceğim bu sefer.

Şarkıların da sadece aşk ve ayrılığa vurgu yapmıyor. Bizim bir ömür kadar süremizi alan şeyleri, adam bir cümleye sığdırmış." Aslında yok gibi bazen, ama var fazlasıyla..."
Benim favorim; "Dağlar karlı değil, aşmasını bilene.", "Yollar uzun değil, sabredip bekleyene."

Adam o kadar derin yazıyor ki, dinleyemiyorum bile. Hani bazen kabul etmek istemediğimin gerçekler olur ya, onu diyorum. Çaresiz hissetmeyi sevmiyorum.
Aldınız mı ipucu mu? çok zor değil, harfler yer değiştirmiş sadece. İşte o çok özel adam, Gökhan Özen:)

Güldüm Güldüm Show:)

Televizyon da "Güldür Güldür Show" vardı ve işitme engelimden dolayı konuşmaları tabii ki anlayamam. Ama o program beni bir şey anlamadan güldürmeyi çok iyi biliyor. Eskiden bu işi bir tek Kemal Sunal yapabiliyordu, şimdi ise Güldür Güldür'le gülüyorum:)
Bu arada evet, ironiyi farkındayım:)

Babam onun yerine kıytırık(!) bir film izlemeyi tercih ediyordu. Filmin adı,Bir Tas Çorba'ydı. Ben de artık bezdiğimi esprilerle dile getiriyordum.
" Baba çorbamı istiyorsun, mutfakta var. Showu aç istersen."
" Baba mercimek çorbası mı?",
" Babam o kadar acıkmış ki, filmini bile izliyor."
  Patlamamda şu şekilde oldu: Allah'ını seven babama bir tas çorba getirsin!

Kiraz Mevsimi dizisini açsaydı, heralde şöyle derdim; Kirazlar daha olmadı baba.

Ben böyle alay etmeyi severim. Mesela,  Benim Adım Gültepe dizisi için; Memnun olldum, benim adım da Boztepe.
Bloğuma yeni girenler için,  Memnun oldum benim adım da Zuhal:)



10 Mart 2015 Salı

Biri bu adamı durdursun!

... Derdim, ama Allah korusun be!

İlk yarıda yenemediğimiz Mersin' i yenip ikinci yarı en çok puan toplayan takım olarak lig sıralamasında 4. olmamıza mı sevineyim, yoksa kendi sahalarında bize karşı bilmem kaç yıllık mağlubiyet zincirene bir halka daha takmalarına mı?
Bilemiyorum:)

Maesro kod adlı Mehmet, tarlamıza golleri ne güzel ekti öyle...
Hem de karşı takımın teknik direktörünü isyan ettirecek kadar:)

Hem attı, hem attırdı. Kapanışı da kral yaptı.
Şöyle ki, 10 parmağında 10 marifet olmasına karşın bi yapamadığı varmış demek ki.

Takdir ettiğim bir şey daha var. Hem futbolcular, hem taraftarlar Özgecan Aslan'ın ailesini ve mezarını ziyaret etmişler.

Ne büyüksün be Trabzonspor' um! Ta Mersin' den koltuklarımı kabarttın:)

5 Mart 2015 Perşembe

oyunbozan

Bu kadar filmkolik olmama gıcık oluyorum bazen. Yapabileceğimi düşündüğüm başka şeyler varken... En azından yapabileceğime dair istek ve inancım varken... Sevdiğin bir şey olsa bile oturmak çok sıkıcı olabiliyor.
Hint filmlerini bu yüzden çok seviyorum ya, çünkü bana hayatı öğretiyor. Hem de kendi yaşamımda bulamadığım şeyleri...Bazen çok istediğim şeylerin olumsuz yanlarını görüp vazgeçiyorum. Sırf izlemek için izlemiyorum yani.

Tamam bazen özendiriyor, ama halime şükretmemi de sağlıyor. Mesela şu an müthiş bir film izliyorum, Guzaarish diye. Daha yarısına bile gelmeden tüm yakınmalarıma, isyanlarıma bin kez pişman oldum.


3 Mart 2015 Salı

Maçın Özeti

Birbirine ters iki duygu yaşadım dün gece; Keder ve mutluluk...

Napoli maçının mağlubiyeti yüzünden Trabzonspor sevgim kesinlikle körelmiş değil, aksine körükklenmiş...
Hem de her mağlubiyetle artıyor:)

Dün gece ablamla arammız bozulmuştu. Gıcıklığıma devam edeyim dedim, ama yine dayanamadım.
 - Abla özür dilerim!
 Cevap vermek yerine tip tip baktı bana. Bu ara da burdan anlıyoruz ablamın ne nazik olduğunu.
- Maç var şu an ve kaybediyoruz. Ondan moralim bozuk.
- Yani Trabzonspor yüzünden kırmışsın beni.
O zaman da tip tip bakma sırası bana geldi. Bu filmin sonunu biliyordum ben; Duygu sömürüsü.
- Yürü git abla!

Bu anı, çılgınlığıma iyi reklam oldu değil mi?

Bir de maç analizi yapalım.Bi gol attık, bir gol yedik. Sonra üstümüze afiyet, bi gol daha yedik.,
Sona doğru Kahraman "Mehmet"ciğimiz sayesinde 2 gol daha attık. Ve mevzuyu kapattık!

30 Ocak 2015 Cuma

manyak:)

Kısa bir süre önce Rajkumar Hirani'nin yeni filmi Peekay'ı izlemek bana da nasip oldu. Herkes bunun aynı yönetmenin 3 Aptal filmine rakip olduğunu söylüyordu. Ve doğrusunu söylemek gerekirse, pek öyle değil. Çünkü önce ki film de mükemmelliğin sınırlarıyla oynanmıştı resmen:)
Tabii ki Peekay'a laf attığım yok Adam uzaylı ya, Allah korusun ikiye böler beni yoksa:)

Filmin adının anlamı hakkında en ufak bir fikrim yok. Ama filmde bol bol geçen "Peekay mısın oğlum sen?"  sorusundan yola çıkarak "Manyak" gibi bir şey olduğunu farzediyorum.

Yeni film de aynı yönetmen yetmedi, aynı kadrodan 4 oyuncu var. Ve fantastik olmasına rağmen o kadar mantıklı bir film olmuş ki, Aamir Khan'ın kepçe kulaklarına bile kulp takılmış:)
"3 Aptal" dan yadigar ve gerçekten aptal olan Virüs, virüslükten istifa etmiş. Millete destek yerine köstek olmaktan vazgeçip, eli yüzü düzgün efendi bir adam olmuş. Raju'nun annesiyle Farhan'ın babası evlenmiş, bir de çocukları olmuş. Ve Aamir Khan, film boyunca, kameraya masum bakışlar atıp durmuş:)

Saçmaladığımı da farkındayım bu arada. Bakmayın siz bana, hastane odasında can sıkıntımla birliikte otururken ne yazdığımı biliyor muyum?

( Okuyanlar bilir, bu yazı aslında böyle değildi. Ama biraz yanlıştı:) Yukarıda bahsettiğim nedenden, gaza geldim ben de n'apiyim? )

23 Ocak 2015 Cuma

"Yıla nasıl başlarsan öyle biter" derler.

Aslında bilmem, öyle mi derler? İşime geldi, emin olmadan yazdım işte:)
Hem bu bloğun yüzdde 90'ı uydurma, sorun yok yani:'

Bugün Trabzonspor'um -toprağım, kimliğim, herbişeyim- ikinci yarı ilk maçını kazandı.
Hastaneden çıkıpi aileme kavuşmanın sevincini yaşadığım şu günler de beni yine sevvindirmeyi bildiler ya, Allah razı olsun:)

Rakip takımın teknik direktörü Trabzonspor hakkında atıp tutuyor. Ve cevabını da aldı, hem de çok güzel oldu...
"Koşamıyor" dediğin "Bitmiş" dediğin oyuncu Sivasspor'a gol atarken aslında sana koydu naaabeeer?

Erkan Zengin'den de bahsetmeden geçmek olmaz. Adam yeni takımıyla ilk maçına çıktı ve iki asist yaptı.

Yusuf Güney Trabzonspor Marşı'n da "Patlıyor Trabzon'un fırtına sessizliği" sözünü boşunu demedi ya? Bak ilk yarı sustuk sustuk, sonra bom!
Hadi geçmiş olsun:) Bu arada suskunluğumuz bayağı bir uzun sürdü, ama olsun:)

6 Ocak 2015 Salı

baş harfi "H"

Aydın'dan  dönerken Enver Amca' ya demiştim ki: Bu akşam Trabzonspor' un maçı var. Eğer alırsak sana telefon açacağım ve " KAZANDIK" diye bağıracağım, bak görürsün.

Orada neredeyse herkes fenerliydi. Ben de onları " TRABZON, TRABZON, TRABZON DA TRABZON!" diye gıcık etmeye bayılıyordum:)
Anlayın işte, gidiyorum diye bu fırsatı kaçıramazdım.

Otobüste İpod' umun interneti çalışmıyordu, ben de meraktan çatlıyordum. Derken babam aradı. Farkettiğimde annemin tepesine binmeye başladım, maçı sorsun diye.

- 1-0. Trabzon kazanıyor.
- Vay be... Kim attı kim?
- Henrique atmış.
- Anlamadım?

Kalem kullanmadan eline " H " yazdı. Devamını da getirecekti, ama bu sefer anlamıştım. Bir " Oh! " çektim ve sırıtmaya başladım:)

Anladınız mı şimdi, Trabzonspor sevgimi? Çünkü onlar benim kahramanım da ondan...
Ama bir tanesi var ki, onu daha çok seviyorum.
O kim mi, bilmiyorum ama baş harfi H...




Tivibu Soslu Filmler 5

The Green Hornet (Süper kahraman parodisi ) The Daughter İnsidious Chapter 2  Penguin Bloom Vertical Limit Acid