29 Nisan 2016 Cuma

Müze Gezim

Yılların Trabzon'lusu olup, Trabzonspor'a ölüp bitmeme rağmen, bu zaman kadar Trabzonspor Müzesine gitmemem enteresan...
Dün bu acayipliğe son verdim. Oradan buradan öğrendiğim bilgileri, resmi kaynaklardan teyit edebilme şansına nail oldum.

Trabzonspor serüvenim 15 yaşında başladı. Ondan öncesinde kıymet bilemedim maalesef. Bunun hakkında bir yazı yazmıştım. Merak ediyorsanız okuyun, daha fazla utandırmayın beni:)

Her neyse, hala fanatiğim ama son zamanlar da biraz uzaklaştım. Kötü sonuçlar, hakem hataları... O hakem hataları olmasa bu kadar kötü olur muyduk acaba?
Bu sözler, takından uzaklaştığım anlamına gelmiyor elbette. Ben Trabzonspor'u tutuyorum, ruhsuz futbolcularını değil.

Müze gezime, geri döneyim.
Öncelikle aşkımın depreştiği itiraf edeyim:)

Boy boy kupaları gösterip dedim ki;
- Abla, Trabzonspor aslında bu. Ruhsuz futbolcular yüzünden bu hale geldik.

Bir ara TFF'den aldığımız kupayı gördüm. görür görmez, "İmana mı gelmişler?" dedim.
Zamanında iyi almışız, şimdi ölseler de vermezler. Kupayı bırak, maçlarımıza atadıkları hakemlere bak önce...

Ablama bazı bilgiler verdim;  Avni Aker'in Trabzon'un ilk beden eğitimi hocası olduğunu, Trabzonspor'un renklerinin önce turuncu-mavi de karar kılındığını...
Ablam da, "Aman, çok da umrumda" pozlarını sonuna kadar korudu:)

"Efsane Kadro" diye bir deyimimiz var diye, sakın onlardan sonra kayda değer bir kadro çıktı sanmayın.
Efsaneler dışında sadece Alper Boğuşlu'yu gördüm.

"Sadece" değil aslında. Yeni nesilden 2 oyuncu vardı ki, biri için "En Sevdiğim Futbolcu" desem hiç abartmam.
Onlar kim mi? Onur ve Tolga...

Bu iki oyuncu da kaleci olduğundan, Şenol Güneş, Alper Boğuşlu, Metin Aktaş'ı, yeni nesilden de Uğrcan Çakır, İbrahim Demir'i hesaba katıp, "Trabzonspor ruhu kaleden başlar" sözünün ne kadar doğru olduğunu bir kez daha anladım.

Tolga şu an, Beşiktaş'da top koşturuyor. Ve bizim nankör taraftarımız bu duruma laf ediyor. Eleştirecek bir şey yok oysa, adam ekmeğini yediği takıma hizmet ediyor işte.
Ve gidişinin geçerli bir nedeni vardı: Rahmetli annesinin tedavisi...

En güzeli de ben başka bir şeye bakarken, ablamın beni dürtüp orayı göstermesiydi. Çünkü biliyor nasıl bir manyak olduğumu...

Orayı görür görmez ablama demiştim ki;
- Abla hırsızlık yapalım mı?

Siz de ablam gibi olun ve sakın unutmayın ha! Aklınızın Bir köşesine yazın bakayım;
Zuhal'in en sevdiği futbolcu, Onur:)

Şöyle özetleyeyim;
- Abla, sence kameralardan Onur beni görür mü?
- Görür ve... Döver.
Bir kahkaha patlatıyorum.
- Olsun, en azından dokunmuş olur.


19 Nisan 2016 Salı

Bir Başka Ben

Korku filmi, ama korkmuyorsun:) Fazla şefkatli bir yapım...
Tamam, itiraf ediyorum abarttım biraz. Esprimi yapabilmek için malzemeye ihtiyacım vardı, ne yapayım?
İşin aslı, gerelim filmi. Ama onuda beceremiyor be abi:) Bak, bu gerçekten şaka.

Ölmüş ikizinin varlığını görmese de, her yalnız kaldığında gölgesini görüyor. Okula gitmek için seçtiği tünel de korkunç anılar hatırlıyor, geriliyoruz tabii

Bir babanın en zor anı, iki çocuğunun hayatlarının kendisine bağlı olmasıdır şüphesiz... Sonunda anne ve bebeğini seçiyor.
Mantıklı bir karar, ama bedeli ağır oluyor. Hayata karşılık hayat...

Filmin sonunda, seyircilerin gözden kaçırabileceği bir şey var.  Diyorum, çünkü yanımda ki Nursena'ya sorduğumda anlamadığını söyledi.

Kızımız tiyatro konusunda annesiyle motivasyon konuşması yapıyor. Buraya kadar normal. Ama asıl tiyatro, anne odadan çıktıktan sonra başlıyor.
Elinde ki yaranın bandajı açıyor. Ama ortada yara falan yok. Ve kızımızın aynaya bakıp hain hain sırıtmasıyla, film bitiyor.

Şimdi filmin başlarına dönelim. İkizinden ayrı bir özelliğinin olması için galiba, elini makasla yırtıyor. Hastaneye gittiklerinde, doktor "İz kalacak" diyor.

Yarayı bırak, iz bile yok. Son sahnede ki, esas kız değil de ondan.
Nasıl olmuşsa artık, ikizler yer değiştirmiş.




18 Nisan 2016 Pazartesi

Çok Şükür

Bir önce ki paylaşımım da, "... sağ salim uyanabilmem için dualarınıza ihtiyacım var." demiştim ya?
Bilmiyorum siz mi dua ettiniz mi, ya da ben mi fazla zekiyim? Hangisi bilmiyorum, ama ikinci şıkkı tuttum ben:)

Kitapta, karakterler uyandıktan sonra yaşadıklarını unutuyorlardı. Belki, bana da öyle olmuştur.
Belki, gerçekten çok zekiyimdir:)

Ümitliyim...

14 Nisan 2016 Perşembe

Paradokya

Türk fantastik kitaplarına pek olumlu yaklaşmazdım. Yedi başlı ejderhalar ve daha nice saçmalıklar olur diye. Ülkece "Fantastik Kurgu" alanını ne film de ne de kitapta işleyebiliyoruz maalesef.
Ya da ben, sevmeme rağmen, o türe denk gelmediğim için atıp tutuyorum:)

Ama bu kitap... Bu kitap beni mahvetti dostum. Bitmek bilmeyen heyecanıyla, muhteşem kurgusuyla, yanıldığımı yüzüme vurup durdu. Tam 366 sayfa kadar:)

Gecenin Gizemli Oyunu... Bu kitabın tanımı için, kısaca "Elma" diyebiliriz. Çünkü yazar efendi "Sizler, sizden öncekilerin oyunlarını okudunuz. Şimdi de sıra sizi okuyanlar da..." diyerek, kitabı iki dilime bölmüş.
Bir oyun... Uyuduktan sonra başlıyor. Ya sağ salim uyanıyorlar, ya da uykularında ölüyorlar..

Ve kitabı şifreleme konusunda, birileri yıllar önce Bilal Sami Gökdemir'e taş atmış:)

Çok beğendiğim bir bölümü yazmak istiyorum.
Oyunculardan birinin karşısına iki kız çıkmış. Biri yalancı biri doğrucu... Oyuncunun doğru yönü bulmak için kızlara bir soru sorma hakkı var. Doğru soruyu sormak için düşünüyor. Ve ortaya müthiş bir akıl oyunu çıkartıyor.

" Kızlardan birine dönerek "Arkadaşına sorsam bana hangi kapıyı gösterir?" diye sordu. Sorunun sorulduğu küçük kız, diğer kızın tarafında ki kapıyı gösterdi.
-  Eğer soruma cevap veren doğru söyleyen kızsa, yalan söyleyen kızın göstereceği yanlış yönü göstermiştir; çünkü o daima doğru söyler. Eğer yalan kıza sormuşsam, o zaten yanlış yönü göstermiştir. Dolayısıyla iki kızında bu soru karşısında göstereceği kapı, aynı kapıdır. Öyleyse ben, diğer kapıdan geçmeliyim."

Bu arada, kitabı bugün bitirdim, ve gece olunca uyuyacağım. Yani sağ salim uyanabilmem için dualarınıza ihtiyacım var:)
Aksi takdirde, hakkınızı helal edin:)


12 Nisan 2016 Salı

Kitap dediğin böyle olmalı:)

Küçükken bir kitabım vardı, "Mutluluk Sokağı" diye. Bilmem kaç kez okumuştum. Sonra kayboldu, her yer de o kitabı aradım. O zamanlar Trabzon daha büyük şehir olmamıştı. İlgisi var mı bilmiyorum, ama belki de bu yüzden bulamadım.
Ve yıllar sonra, değişim yaptığım bir kitapçı da buldum. Hem de ilk bakışta... Bu kitap benim kaderim olmalı:)

Dün, tekrar bitirdim. Çok iyi edebiyat yapılmış. Kuşlar, çiçekler, böcekler... Yazar "Anlatmak istediğim hikaye bu değil" dememiş, en alakasız şeyleri özene bözene anlatmış. Makbul olan da bu zaten...
Benim, gibi yazar adaylarına çok şey kazandırabilecek bir kitap. Ama nerede ben de o ustalık:)

Kitabın konusu: iki abla arasında kalan bir ufaklık. ( O da bir şey mi, ben dört abla arasındayım ) Aile ortamını, hayal kurmayı, sevgiyi en yalın haliyle anlatan çok güzel bir hikaye.
Küçükler için yazılmış ama desem de inanmayın:)


4 Nisan 2016 Pazartesi

Hayal Kırıklığı...

Dışarı da olduğum bir gün, ikindi namazım için camiye gitmiştim. Benim için cesaret meselesiydi, çünkü kalabalığı sevmem. Sadece bir sorun yüzünden namazımı kazaya bırakmayı tercih etmek istemezdim. Asıl problemim sağlıkla ilgiliydi zaten.
Her neyse camiye girdim.Koca camiyi erkekler için kapatmışlar, kadınlara küçücük bir alan vermişler. Abdest almak da ayrı problem... Erkek ve kadın aynı safta namaz kılamaz tabii, ama bu kadarı cinsiyetçiliğe giriyor bence. Hem de "Kadınların Önemini" her fırsatta vurgulayan bir dinde...

Bu arada, namazımı yine kılamadım. Çünkü namaz malzemeleri eksik koyulmuştu. Eteğe ihtiyacım yok,oturarak kılıyorum zaten. Ama ya baş örtüsü... İşte ilk heyecanım böyle harcandı.
En azından ezan okunurken ve ya caminin içinde edilen dualar daha iyi diye, bir kenara oturup dua ettim.

Sonra başka bir gün, Songül ablam Atapark'ta ki Gülbahar Hatun Cami'sine gitmek için, beni müsait bir yere bıraktı. 1 dakika sonra geri geldi. Niye erken geldiğini sorunca, Camini kapalı olduğunu söyledi.
Ver elini Kanuni Park...


 Büyük bir çoğunluğu Hindu olan bir bir ülkenin yazdığı film repliklerine bak...  "İneklere Tapıyorlar" diye kınadığımız Hintliler bile bizden daha Müslüman olabiliyor bazen...

Burada Camiler kapanıyor, kadınların namaz malzemeleri ihmal ediliyor. Öğrencilerine taciz, tecavüz eden din adamları var...
Ha bir de sözüm ona, Müslüman ülkeyiz...

1 Nisan 2016 Cuma

Ada

İlk önce, "Baş karakter kız mı, erkek mi?" diye çok düşündüm. Sonra "Nasıl bu kadar salak olabildim?" diye çok güldüm:) Ve o haliyle bile beğenimi kazandığını söylemeliyim.
Çünkü kitabın yazım metodu biraz farklıydı. Hikayeyi iki karakterin dilinden anlatıyordu.

Her neyse, epey bi süre sonra bulmacayı çözdüm. Gerisi su gibi geldi. Son sayfalar hariç, tek bir cümle bile atlamadım.
Ve kitabı bitirdiğimde, kendimden geçmiş durumdaydım:)

Kitapta, 1 yıllık ömür biçilmiş kurbanları okuyoruz. Yani adadan kurtulmaya çalışmaları için 365 günleri var. Bu yüzden bir kapı yakalayabilmek için, ekip toplayıp arama yapıyorlar.Ve buldukları kapılar her zaman dış Dünya'ya açılmıyor. İçeri insan haricinde, bir sürü hayvan geliyor.
Bir de aşk hikayesi var. Thad ve Charley...

Özetle, bu kitaba ba-yıl-dım!


Kardeşimin (Örseleyici) Şakaları 1

Adı üzerinde Gül ablam, nadiren kestiği tırnaklarıyla çenemi tutar; saģa sola çevirir, hüzünlü bir biçimde inceler ve kırık bir tebessümle t...