29 Ekim 2016 Cumartesi

Tsunami:)

10 yaşında ki yeğenim Ahmet, şimdilik Beşiktaş’ı tutuyor. Ve Ahmet'in takım mazisini bilenler, ciddi bir şey olmadığını da bilirler;) Yani, gecen sene şampiyon olmasından önce yüzüne bile bakmadığı takımın bir anda taraftarına dönüşmesi çok büyük bir ironi;)
Her neyse, amblemlerden konuşuyoruz. 'Beşiktaş'ın amblemi Kartal ya' deyip oradan oraya uçuyordu. Sonra sıra Trabzonspor'a geldi. Küçümseyici bir edayla hamsi taklidi yapmaya başladı. Ben de müdahale ettim tabii. 

- O bize takılmış lakap. Asıl simgemiz FIRTINA.
H
ızımı alamadım.
- Fırtına pek görülmez ya, biz de ola
ğanüstü bir takımız iste. He he!

18 Ekim 2016 Salı

Housefull 3

Yine bir Housefull filmi... Ve yine karışık. Anlatmayı beceremezsem bana bakmayın yani;)
Kızlarına asık babadan başlayalım. Buraya kadar normal. Bundan doğal ne olabilir ki? Ya bu baba kızlarının evlenmelerini istemezse?
Kızları da çok kültürlü, söz dinliyor. Dermişim tabii ki:) Babalarını pışşladıktan sonra, arkadaşlarıyla partilere katılıyorlar. Ve 'kardeşlerine söylerim' diye kandıran ve tüm kardeşlere aynı yalanı atan arkadaşları tarafından sırları açığa çıkarılıyor.
Güya evlilik konusunda babalarıyla hem fikirler, ama kendilerine sevgili yapmışlar bile;)
Ve bu talipler hiç masum değil, kötülüğün dik alası... Biri depresyon sonucu ortaya çıkan kişilik bölünmesini iyileştirmek için doktoruna yapışş, çünkü kızın+3 parasına konarsa rahatlayıp iyileşeceğini düşünüyor. Öteki araba yarısı için, öteki de albüm çıkarmak için…
Babalarının tutumu yüzünden sevgilileri kabul olmayınca, damat adaylarının kötülüğü onlara da bulaşıyor.
Baba biri için 'Adım atmasın' gibi bir şey söyledi galiba, ve o adam sakat rolü yapıyor. Tekerlekli sandalyede, istese de adım atamaz yani;) İkincisi için de 'gözüm görmesin' demiş, hop bakıyoruz adam kör. Baba damadı için 'gözüm görmesin' diyor, ama damat kör çıkıyor. Yani baba görüyor. O kısım yanlış olmuş gibi;) Gelelim üçüncüsüne... 'sesini duymayayım' dediği adam bilin bakalım ne çıkıyor? Dilsiz! 
Ve baba damat adaylarının foyalarını ortaya çıkarmaya çalışır. E tabii, öngördüğü şeylerin gerçek olduğuna inanmak istememesi doğal;) Hem de damat bile istemiyorken...
Yüksekten havuza atlaması için körü ikna eder, ama gariban adam atlamak istemez. Neden mi? Görüyor da ondan! Havuzun bomboş olduğunu, babanın elinde ki kovadan su sesi çıkarıp onu kandırmasını görünce atlamak istemiyor haliyle;) Sonunda babayı görmediğine inandırarak tam üzerine çullanır;)
Karıncalar seker sever misali sakat damarını uyurken çevresini ve üstünü şekere boyar. Sakat kaderine lanet ederek kalkacakken, aynadan babayı görür. Sürünerek aşağı iner ve ortalığı süpüren hizmetçilere halı taklidi yapar;)
Gelelim dilsize... Onun için alternatifler boldur; elini kıstırmak, diken üstüne oturtulmak. O da yarı yoldan döner, sessiz çığlıklar atar. Sonra dağın yamacına çıkıp yeri göğü inletir;)
Ortayı atlayıp sonunu anlatayım. Baba aslında baba değildir, kızlar emanetidir. Ve emanete çoktan hıyanet etmiştir. Asıl babaya gelince, şehrin efendisi ve aynı zamanda mafyasıdır. Onu yakalamak için kanıt yoktur, ihbar edilmezse tabii. Ve ihbar eden kişi sağ kolu, sahte babadır.
Yıllar sonra hapisten çıkar ve o gün yalancı damatların başka kızları kestikleri güne denk gelir. Sakat adam kızları keserken yakalanmamak için körün gözlüğünü alır. Bu arada dilsiz de sakatın tekerlekli sandalyesine oturmuştur.
Onlar seyrededursun, 3 gencin sataşmalarında kızları kurtarma görevini asıl baba alır. Güzel bir ders de verir.



Kalabalık dağılınca güya engellileri durdurup, niye karsı çıkmadıklarını sorar. Bunun üzerine; zaten sandalyede oturan kor adam sakatın rolünü alır. Gözlüğü takan da kör olur, 3.üde dilsiz oluverir. Gel de çöz şimdi. Söylemiştim size, karışık diye;)
Son bir söz söylememe izin verin; filmi izlerken başka şeyler hakkında da fikir sahibi olacaksınız. Gerçek hayatta ki karının heykeline bile kıyamayan, bilmem kaç adımlık mesafeden uçup orasını burasını morartan adam gibi adam;

Michael Jackson da kurtarma işine başlamış;)


Salman Khan'ın bir türlü evlendirmesi film konusu olmuş durumda;)' Bak, herkes beraber...'

"Bu hariç"
Sahte babalar, asıl babalar, sahte damatlar, asıl damatlar, orijinal kızlar... Ve benden bu kadar;)

11 Ekim 2016 Salı

Hemdem

Dini sohbetler yapılan bir kitap... 
Ailemde ki herkesin dini sohbetlere girip kendi fikrini çatır çatır beyan ederken, boynu bükük onları izleyen ben... derken... Huzurlarınızda Hemdem;)
Şahsi fikirlerden bahsetmişken, ilk yorumum geliyor. Sait Köşk kıyafetler konusunda titizliği modaya bağlamış. Bir hadise göre katlanmamış giysileri şeytan giyermiş. Ve temizliğe çok önem veren bir dinde böyle bir hadis olmasa bile, temiz olmalıyız. Yani namaz öncesi temizlenelim diye abdesti veren bir din bu.
Öyle olmalı, yoksa saatin 1'inde bir yığın çamaşırı katlamakla uğraşmazdım;)
Ayrıca yendikten sonra üstü açık bırakılan yemeğe hastalık yağar, ışığı açık bırakılan odaya şeytan girer. 
Bazen kendi düşmanımız yine biz olabiliyoruz. Yani kötü düşünürsek ve ya düşünmek istemediğimiz kotu fikirlerimiz varsa, Şeytan onları çoğaltıp bizi isyana sürükler. İman duvarımızı sağlam tutarak, Şeytan’ın girmesini önleyebiliriz. Bir delik bulmaya çalışır tabii. Peki ya kendi nefsimiz? O daha zor, çünkü o zaten içerde...
'Şeytan’ın Hileleri' kitabında, şeytan yaşlı bir dilenci kılığına bürünecek Peygamber'imize Müslümanları karsı oyunlarını anlatıyor. Peygamber'imizde yanındakileri soruyor, yanındakiler de Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali. Şeytan Hz. Ali için; 'Onu kandıramam' diye şikâyet ediyor. Çekindiği için değil, fırsat vermiyor.
Bunu niye anlattım biliyor musunuz? Üstünüze alınıp da, Hz. Ali gibi olmanız için;)
Başka bir sayfa da, karşılıklı iyiliklerden şikâyet ediliyor. Dua isteğine karşılık dua istenmesinden... Okurken dedim ki; 'Yani ben diyemem ki ben size dua ettim siz de bana kitap alın'
Ama olsa fena olmaz;)


10 Ekim 2016 Pazartesi

Armageddon

'Dünya'nın sonuyla tesisatın ne ilgisi var ?'demeyin. Sondaj gerekiyorsa olur tabii. Hele Harry nam-ı diğer Bruce Wils varsa, çok güzel olur
Harry'nin kızını ilk önce Anne Hathaway'a benzettim. Her şeyiyle benzetsem de, ilk sahne de tip tip babasına bakan deniz gözlerini görünce 'Bu gözlerin bir anlamı olmalı' dedim. Ve Liv Tyler ile tanıştım;)


Dünya'nın dört bir yanında oluşan felaketlerin ışığında, bir gök taşı tespit ediliyor. Bu arada o felaket, 18 yaslarında bir çocuğun tam yumruğu yiyeceği sırada meydana geliyor. Kurgu iste, ne diyeyim;) 
Gök taşının ayağına kadar gidip, sondaj yapıp bomba koyması ekip çağırırlar. Önce patron gelir, NASA' nın ona sunduğu 'Eğitimli aptallara' burun kıvırır..
Aralarında rahmetli Michael Clarke Duncan'nin da olduğu kendi grubunu toplar ve uzaya bilim adamından çok tamirciler gider.


Ekipte patronun kızıyla birlikte olan, Harry'nin sinirlerini sonuna kadar zıplatmış, sonunda kovulmuş, yine de kızıyla nişanlanmayı basarmış müstakbel damatta vardır.
Gitmeden önce nişanlısını kucağına alıp 'Bir jete binip gidiyorum, ne zaman dönerim bilmiyorum' sözlerine sahip bir şarkı söyler. Şarkıya ekip de katılır ve onları uğurlamaya gelmiş başkan yardımcısı 'Bizi bu soytarılar mı kurtaracak?' diye burun kıvırır;)

Sonrasını anlatmayayım, sadece esprili bir bölümü aktarayım; Ekip bir ara umutsuzluğa düşer ve adamlardan biri 'Dünya'nın sonunu en ön sıradan izleyeceğiz' diye dalga geçer;)
İsler düzelir ama son bir iş kala yine bir sorun çıkar. Bombanın uzaktan kumandası bozulur, birinin arkada kalması gerekir. Anlaşmazlık olduğu için, çöp çekerler. Patronun damadı çıkar ve eşlik etmek için Harry gönüllü olur.
Bastan beri geride kalmak isteyen Harry, damadı gönüllü gitmeyeceği için onu mecbur bırakır, astronot kıyafetinde delik açıp onu asansöre kilitler. 'Bu benim işim!' diye bağırmasına, 'Senin işin kızıma bakmak' diyerek yüreğimi dağlar. Filmin sonunda, klise sahnesinde kızının babasının resmine gülümsemesiyle ve benim dağlanan yüreğimle, film biter.
'Senin yüreğin niye sağlanıp duruyor?' diye soranlara, 'İzle de gör' cevabını sunuyorum;)



Twice Born